Onu yaşamla ölümün, özgürlükle mahkumiyetin, bilinenle bilinmeyenin, çoklukla tekliğin, gitmelerle kalmaların tam arasında gördüm. Hem cesurdu hem de tedirgin. Seçim yapması gerekti çünkü. Seçmek özgür olmak demekti. Özgürlük ise zor işti. Sorumluluk demekti çünkü. Başka bir ihtimal yokken seçmek yoktu. Oysa bir ikincisi bile çıkması ihtimallerin seçmek demekti artık. Üç şey yapabilirdi güzeller güzeli ‘Romance’… Bunlardan ikisi onu öyle ya da böyle mutlu ederdi. Üçüncüsü onu mutsuz kılacak tek seçenekti. Benimle gelmek veya orada kalmaktı yapabileceği iki şey. Üçüncüsü tam orta yerde beklemesi olurdu. Benimle gelse orada yaşayacaklarını, orada kalsa benimle yaşayacaklarını kaçıracaktı; ya da benimle gelse beraber yaşayacaklarımızı, kalsa orada yaşayacaklarını kazanacaktı. Ama her ikisini de yapmayıp tam yol ayrımında bekleseydi, sadece bekleyecekti. Hangisinin daha iyi bir fırsat, hangisinin daha iyi bir ihtimal olduğuna bir türlü karar veremediği için bekleyen ya da o kavşakta ayak üstü sevişenler gibi… Ya şunu kaçırırsam diye her gün sevişip aslında kimseyle gerçekten sevişmeyen, sevişmeleri asla kovalarını doldurmayanlar gibi… Herkesin, herkesin içine girdiğini sanırken; kimsenin, kimsenin içine girmediği giremediği o bomboş sevişmeler gibi. Yolların çokluğundan kararsız kalıp oradan dönme özgürlüklerini görmedikleri için korkarak kavşakta bekleyen, seçecekleri bir yolda görecekleri binlerce güzelliği kaçıran ya da o yolun devamındaki binlerce yeni ihtimali ıskalayanlar gibi… -